Yelda İstanbul’da şehrin ortasında bahçeli bir evde oturuyordu. Eski evi dördüncü katta, asansörü olmayan küçücük, kutu kadar bir çatı katıydı. Oradan çıkarken eşiyle fellik fellik ev aramışlar, bütün hafta bulamamış, tam vazgeçecekken de emlakçının ailelerini beğenmesiyle yayında olmayan bir eve gelmişlerdi. Yani bugün oturdukları eve.
Yelda bahçesini çok seviyordu, içine domatesler, salatalıklar, biberler ekmeyi her yaz dört gözle bekliyordu. Yaz bittiğindeyse kış sebzelerinden lahanalar, marullar, pazılar, enginarlar ekiyordu. Malum bu ekonomide, bu hastalıklarda en önemli şey besindi. Yelda ve eşi Serhat beslenmelerine pek dikkat ederlerdi. Sağlığın en önemli ayağının beslenme daha sonra da spor yani hareket olduğuna inanırlardı. Ancak Yelda’nın bu evi hakkında sevmediği bir şey vardı: Kediler.
Her yerden fırlıyorlardı. Biri mutfak camından giriyorsa öteki çamaşır asmaya çıktığında kapının arasından giriyordu. Birisi gece yatarlarken sinekliği patileyip giriyorsa, ötekisi camın önünde saatlerce miyavlıyordu. İşin daha da kötüsü hem Yelda’nın hem de Serhat’ın kedi tüyüne alerjisi vardı. Havadaki en ufak bir kedi tüyü evin içinde bir hapşurma senfonisi başlaması için yeterliydi. Yelda her yolu denemişti, kedi kovucu sonik ses mi takmamıştı, kedileri kovan sprey mi sıkmamıştı, bahçesine biberiye mi ekmemişti… Kediler hiç bana mısın demiyor, spreyi sıkan Yelda’ya bönbön bakıyor; Yelda’nın ektiği biberiyelere de sürünüyorlardı. Ama bugün son damla olmuştu gerçekten.
Dün Yelda’nın temizlik günüydü. Süpürmüş, silmiş, cam silmiş, banyoyu yıkamış, çarşafları değişmiş, koltuk kılıflarını yıkamış tekrar geçirmiş, mutfak kapaklarını silmiş, buzdolabının içini silmiş… Ne temizlikler ne temizlikler… Gece 01.00 sularında uyumuş daha sonra sabah erkenden dışarıdaki işlerini halletmek için kalkmıştı. Dışarıda işlerini hallederken kayınvalidesinden telefon gelmiş, kayınvalidesinin yanına gitmek için Avrupa yakasına geçmişti. Akşam da eşi iş çıkışı yanlarına gelmiş, gece geç saatlere kadar oturdukları için de orada kalmaya karar vermişlerdi. Sabah tekrardan eve dönmek yola çıkan Yelda metroda bugün içinde gideceği yerleri ve yapacaklarını planlamıştı bile. Niyetinde hasta teyzesini ziyaret etmek vardı. Eve gidip ona şöyle mis gibi tavuk suyuna bir çorba hazırlayacaktı, atlayıp gidecekti. Yelda bahçe kapısından içeri girdi, bahçesine bir baktı “Ah ne güzel, kediler yok. Toprağımızı da eşelememişler.” diyerek bahçesini suladı. Evin kapısını açtığındaysa bambaşka bir tablo onu bekliyordu.
Anahtarı çevirmesiyle koridordan bir kedinin geçmesi bir olmuştu. Büyük bir sinirle kediyi takip etti. Bir de ne görsün! 3 tane kedi, yatak odasında yatağının üzerindeki battaniyede yatıyor! Artık bu son damlaydı. Yelda eline süpürgeyi alıp başladı kedileri kovalamaya! Açık olan camdan bütün kediler kaçmıştı. Camı kapatmaya gittiğinde de Yelda gördüklerine inanamamıştı. Kediler camdaki sinekliği yırtmış, pimapen camı zorlamış ve açmayı başarmışlardı. Hem şaşkınlığıyla hem de kızgınlığıyla salona geçip kendini koltuğa attı Yelda. Burnu kaşınmaya başlamıştı bile. Tam gözlerini kapatıp bir 'off’ çekecekken takır tukur sesler gelmeye başladı. Bütün kediler kaçmıştı? Yok, Yelda öyle sanmıştı. Kediyle gözngöze geldiği gibi kediye doğru fırladı koltuktan. Kedi çok korkmuş, korkusundan nereye kaçacağını şaşırmıştı. Odadan odaya gidiyor, cam pervazına atlıyor ama bir çıkış yeri bulamıyordu. En sonunda mutfakta çok kızgın ve yorulmuş bir Yelda tarafından kapana kısılmıştı. Can havliyle Yelda’nın koluna tırnaklarını geçirmiş en sonunda da mutfak camının yanındaki kombinin içine girmişti. Gördüklerinin karşısında şok olmuştu Yelda. Kediye bir yandan “çık oradan hemen!” diye bağırıyor, bir yandan akan burnunu çekiyor, bir yandan da paspasın sopasıyla hayvanı dürtüklüyordu. Yaklaşık bir 15dk’nın sonunda ve hapşurma senfonisinin başlamasıyla mutfak fayansına çöküp ağlamaya başlamıştı Yelda. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri olmadığı gibi, bunun neden başına geldiğini de çözemiyordu. Hayatta her şey mutlaka bir sebepten dolayı olurdu, buna inanıyordu. Ama neydi acaba o sebep? İşte onu bulamıyordu. Tam o sırada annesi aramıştı:
-Alo Yelda? Nasılsın kızım? Ne yapıyorsun?-Ne yapayım anne? Eve yine kedi girmiş, bu sefer daha da kalabalıktılar, hepsini kaçırdım sandım biri evde kalmış. Hem kolumu tırmıkladı çok fena hem de kombinin içine saklandı ne yapacağım bilmiyorum.-Ah kızım… Ne gelmiş başına… İtfaiyeyi ara gelip çıkarırlar kedileri. Peki niye girmişler camı açık mı bıraktın?-Yok, açık değildi ama arka cam biraz sıkıntılıydı zaten, sert itersen açılıyordu. Herhalde üçü birden mi itti bilemiyorum. Neden başıma geldi bu anlayamıyorum… Bıktım bu kedilerden, ilk defa başıma böyle bir olay geliyor. Şimdi Serhat eve gelmeden önce bütün evi temizlemem lazım! Offff Of!- Kızım, cam da kapalıysa bu hayvan niye gelsin? ALLAH boşuna o hayvanı evine göndermez. Kediler israf hayvanıdır. Dışarıda bir şey bırakmış olabilir misin acaba?- Yani az bir şey dünden kalan çorba vardı açıkta.- Peki şu sıralar yemek döküyor musun?- … Aslında daha çok döküyorum, evet. Bahçe bu sene bereketli oldu. Ama iki kiyiz diye bitiremiyoruz, ben de bozulunca döküyorum. Ama çöpe dökmüyorum toprağa döküyorum o da israf sayılır mı ki?-Ah kızım ah! İsraf, insanın ihtiyacından fazlasını tüketmesi demektir. Yani sen o sebzeleri ister çöpe dööök, ister toprağa. İsraf sen yemeğe bir tane daha fazla kabak koyduğunda başlar. Ya da bir yumurta daha fazla kırdığında. Ya da doyduktan sonra yemeye devam ettiğinde. Tabağını bitiremediğinde değil, tabağına ihtiyacından daha fazla aldığında başlar. Siz israf ediyorsunuz diye ALLAH evinize bir değil üç tane kedi göndermiş kızım. Bir de nereye saklandığına bak hayvanın sen! Sen en iyisi porsiyonlarını biraz azalt…- Çok haklısın anne. Ben de kendim yetiştiriyorum diye hiç aklıma israf olabileceği gelmedi…
Yelda sorularına cevap almıştı. İtfaiyeyi aramış, kediyi zor da olsa çıkartmayı becermişlerdi. Akşam Serhat’la karşılıklı hapşırık düeti yapmamak için başlamıştı evi tekrardan köşe bucak temizlemeye. Suyu daha az açıyor, deterjanı biraz daha az koyuyordu. Kıyafetlerinden giymediklerini de ayırmak için torbalar hazırlamıştı. Bunlar da israfa girerdi değil mi? Yelda böylelikle akşama kadar israf sayılabilecek her şeyi evinden çıkartmıştı. Kapı çaldı.
“Selam canı-- hapşu!! Ay… Yelda, eve yine kedi mi girdi yoksa?”
“İyi yaşa. Ah Serhat ah… Gel içeri de anlatayım sana…”
Herşeyin herşey ile ilişkisi var çok ilginç ama gerçek. Elinize emeğinize sağlık
YanıtlaSilFarkına varmadan nelere sebep oluşturmuşuz😂
YanıtlaSilÇok yaşayın... Şey pardon iyi yaşayın e mi :) Kedi ve israf bağlantısı ne kadar keyifle anlatılmış, gönlünüze sağlık 🌸
YanıtlaSilÇok sıcak bir hikaye keyifle okudum
YanıtlaSilYazarın ellerine sağlık🤗
İhtiyacımızdan fazla olan her şey israf aslında… Kaleminize sağlık 🍃
YanıtlaSilÇok çok iyi yaşa…
YanıtlaSilElinize sağlık…
Samimi ve etkileyici bir yazı🍉
İsraf ihtiyacından fazlasını harcamak. Ne güzel bir yazı elinize sağlık...
YanıtlaSilKedi ve köpeklerin sayısını azaltmak israfı azaltmadıktan sonra bir işe yaramıyor.
YanıtlaSilSebepsiz birşey olmaz... Sebebini anlayan ve doğru tepkiler veren insanda kolay kolay sarsılmaz... Ne kadar anlamlı bir yazı kaleminize sağlık 🌹
YanıtlaSilÇok keyifle okudum
YanıtlaSil