ÖLDÜM, BEĞENDİNİZ Mİ?
Güzel arkadaşım,
Kumral, kıvırcık saçlı, güzel sesli, sıcakkanlı, sevimli Selin’im.
Gençlik yıllarımız ne de güzel geçti seninle. Neşenle, esprilerinle, girdiğin her ortamı canlandırırdın. Herkes sesine bayılırdı. Sürekli şarkılar söyletirdik sana. Yeşil gözlerin ve sürekli gülen yüzün hep gözümün önünde. Okulun en güzel kızı değildin, ama en sevimlisiydin. Sen de bunu bilmiyor gibi yapardın ama farkındaydın. Yanaklarındaki çillerini her fırsatta kusur olarak anlatırdın.
İnsanlara, “Deli misin? Çok sevimli bir yüzün var. Çillerin çok yakışıyor, hele gözlerin…” dedirtmeden konuyu kapattırmazdın. Tabi, bunu o kadar sevimli yapardın ki kimseye itici gelmezdi. Okulun en güzel kızlarını sıralarken, “Peki, okulun en sevimlisi kim?” deyip sevimlilik yapar, bir şekilde listeye girerdin. Ama benden başka kimse fark etmezdi.
İnsanın, aslında birilerinin övgüsüne ihtiyacı yoktur. Peki, neden beğenilmenin peşine düşer?
İnsanların içinde, aslında herkesin senin iyi olduğunu bildiği konularda, öyle nokta atışı kendini eleştirirdin ki şaşırırdım. Herkes, söylediğinin zıddına seni ikna etmek için bin bir övgü sıralamak durumunda kalırdı. “Yok, size öyle geliyor.” diyerek mütevazi de gözükürdün. Ve tabi istediğin övgüyü de kapmış olurdun.
İnsan, neden hep kendinden yanadır?
Eleştiriye çok açıkmış gibi gözükürdün. “Gelişmek için tabi ki eleştiriye ihtiyacımız var.” derdin. Ama beğenilmeme kaygından dolayı, her konuda haklı çıkmakta ustalaşmıştın. Eleştirilen davranışının aslında koca bir yanlış anlaşılma olduğuna, ya da altında yatan derin sebeplerinin olduğuna karşındakini hemen ikna edebilirdin. Hatalarının üzerini çok kolay örterdin. Beklemediğin birinden, beklemediğin bir eleştiri gelir ise seni birkaç gün depresyona sokabilirdi.
Bunların hiçbirini belli etmezdin ama ben bilirdim neyi, neden yaptığını. Nereden mi bilirdim? Ben de senin gibiydim çünkü. Ayna gibiydik birbirimize. Benzer isteklerimiz bizi hem yaklaştırır, hem de aramıza görünmez bir duvar örerdi.
Ve mezuniyet günü yaşadıklarımız…
Sen okul birincisi olmuştun ve tüm öğrencilerin, hocaların, ailelerin katılacağı törende birincilik konuşması yapacaktın. Sıradan, sıkıcı bir yazı okumak sana yakışmazdı. Herkesten farklı olmalıydı senin konuşman. Ama ne yazsan içine sinmiyordu. Sen de biliyordun, konuşma metni yazmada senden daha iyiydim.
İnsan, başkalarından farklı gözükmek ister ve yanılır.
Ben de sana bu konuda destek olmak istedim. Ve senin için çok güzel bir yazı yazdım. Yazı, o kadar güzel olmuştu ki, içindeki şiirleriyle, esprileriyle hem ağlatacak hem de güldürecek harika bir yazıydı. İstediğini vermiştim, çok farklı olacaktın. Yazıyı kime okusan çok beğeniyor, övüyordu. Sen ise övgü aldıkça, yazının sana ait olmadığını saklamak istiyordun.
Ben de buna şahit oldukça, yazının asıl sahibinin ben olduğumu söylemek istiyordum. Gün geçtikçe ben her şeyi söyleyip övgüleri sahiplenmeyi istiyordum. Sen de söylemeyip daha da beğenilmeyi istiyordun. Ama yakın arkadaş olduğumuz için bana karşı da mahçup oluyordun.
O gün, gururla çıkacaktın o sahneye. Ama hiç beklemediğin bir şey olmuştu. Ben, çekine çekine gelip “Yazının sonuna bana küçük bir teşekkür ekleyelim mi?” diye sormuştum. İkimiz de şaşkındık.
Ben ne istiyorum?
İnsan, kendisi için apaçık böyle bir talepte bulunur mu? İçindeki beğenilme isteğini bu kadar açık eder mi? Hadi açık eder de, heyecandan unutursun diye, bir kaç defa ısrarla hatırlatır mı? Bende o anda içimdeki beğenilme isteği ile sana karşı rezil olmayı göze almıştım. İçimden gelen bir ses “ne olacak söyle bir şey olmaz sonuçta senin yazın” diyordu.
Çok bozulmuştun, biliyorum. Bu garip istekten vazgeçmem için talepte bulunduğunda, seni bir anda keskin bir yüz ifadesi ile terslemiştim. Yüzün kıpkırmızı kesilmişti. Şaşkınlıktan sadece yüzüme sinirle baka kalmıştın. O anki yüz ifaden gözümün önünden hala gitmiyor. Aramızda bir anda soğuk rüzgarlar esti. Benim isteğim ve davranışım aramızdaki arkadaşlığı o gün bitirmişti. Sahneye çıkmana az bir süre kalmıştı. O kadar sürede başka bir yazı da bulamazdın. Sinirli bir ses tonuyla “merak etme adını söyleyeceğim” dedin. O an özür dilemek içimden geçmesine rağmen, içimden geçen başka bir ses “sen doğruyu yaptın bu senin yazın” dedi. Hiç bir şey söylemeden, oradan sessizce ayrılıp salona geçmiştim.
Çıkmış ve konuşmanı yapmıştın. Sonuna geldiğinde ise garip bir ses tonuyla, “bu güzel konuşmayı yazan arkadaşım Arzu Yeşil’e teşekkür ederim.” diye istemeyerek okudun. Böylece herkes yazı için, kendi rızanla bana teşekkür ettiğini düşünürken, törenden sonra tüm aferinler,
“O yazıyı sen mi yazdın? Meğer ne cevherler varmış sende…” gibi övgü dolu cümlelerin hepsi bana gelmişti.
İnsan, sonrasında “keşke yapmasaydım!” diyecekleri için ne çok uğraşır.
O an ben kendime göre kazanmıştım. Ah Selin, büyük ayıp ettim sana! Şimdi, ne küçük meseleler bunlar değil mi? Ama iki dev ego, küçüğü büyük yapabilmişti. Senin sıradan bir yazı ile çıkıp farklı olamama kaygın, benim hak ettiğimi düşündüğüm beğenileri kaçırma kaygım… İkimiz de çok saçmaladık. Ne için? Birkaç gün sonra unutulacak birkaç övgü için.
Ne sahte…
Ne ucuz…
Ne acı…
Yıllarca neleri nelere sattık?
Evleneceğimiz kişiyi seçerken bile, tanıştıracağımız insanların ne düşüneceğini düşündük farkında olmadan. Düğünümde yanıma yakışacak mı?
Sahip olacağımız meslekten çok, o mesleğe sahip olmanın haber değerini önemsemiyor muyduk bazen?
İkimiz de olayların insanlar üzerindeki etkisini, olayı yaşamanın önüne koyardık.
Yurt dışına geziye gitmek önemliydi, ama bunu insanların bilmesi daha önemliydi.
Otobüste, internetten tanıştığın Fransız kızla yol boyunca Fransızca konuştuğunda neydi ki beklentin? Normalde olmadığı kadar yüksek bir sesle konuşmuştun hem de. Otobüsteki insanlar, senin Fransızca konuşabildiğini öğrendiğinde ne yapacaktı?
İnsan, kendinde olmayan duyguyu nereden bilebilir?
Ben insan sarrafı değildim, kendimden biliyordum seni. Ben de yaptım durdum aynı saçmalıkları, hatta daha saçmalarını. Ve hiç dillendirmemiş olsak da sen de beni biliyordun, biliyorum. Sen beğenilmek istedikçe sana içimden kızıyordum. Oysa aynı şeyleri bende yapıyordum.
Şimdi bu satırları okusaydın yedi yıl sonra nereden aklına geldi bunlar, derdin. Senin haberin yok, ama bugünlerde seni tanıyan herkes seni konuşuyor Selin. Bugün “başrol” senin.
Ömür boyu beklediğimiz övgü, ilgi, konuşulma isteği, başrol olma isteği, haber olma isteği, hepsi bir güne sığdı. Tam da üç gün önce, hepsi oldu.
Cenazene gittim, üç gün önce. İlk defa bu kadar yakın olduğum birinin cenazesine katılıyordum. Herkes oradaydı, bir sen yoktun Selinim.
Genç yaşta ölümün, çok ses getirdi Selin. Yakında veya uzakta, herkes seni konuştu. Yakınların daha günlerce konuşacak. Sosyal medya hesabın hiç bu kadar hareketlenmemişti. Herkes eski fotoğraflarına bakıyor, altına çok güzel yorumlar yapıyor. Yakın arkadaşların ölüm haberini, seninle güzel anılarını, senin en güzel fotoğraflarını paylaşıyor.
Üniversitede, ayrıldığınızda üç ay depresyona girme nedenin olan Yusuf vardı ya, o bile gelmişti. Yıllarca zihninin bir köşesinde, “Bir şey başarsam ve Yusuf’a haberi gitse.” diye düşündüğünü biliyorum. Sosyal medyada aktif değilken ayrılıktan sonra “belki beni görür beğenir diye” en güzel kıyafetlerini giyiyor sürekli resimlerini paylaşıyordun.
Cenazede İstanbul’da olup haberi duyanlar gelmişlerdi. Herkes senin için toplanmış, seninle ilgili güzel anılardan bahsediyordu. Seni övüyor, iyiliğinle gönüllerine su serpiliyor, kötülüğüne üzülüyorlardı.
Bir ömür peşinden koştuğumuz sahne, böyle bir şey miydi? Değmiş miydi yaptığımız hatalara?
Beğendirmeye çalıştığımız sahne ve kişiler sahte miydi?
Herkes oradaydı, hem de senin için. Bir sen yoktun Selin’im.
Güzel arkadaşım, görüşmediğimiz yıllarda neler yaşadın? Bilmiyorum. Umarım birbirimizi de kendimizi de yıprattığımız bu hastalıktan kurtulmuşsundur. Ben çok uğraştım. Çok geç gördüm neleri kazanmaya çalışırken, neleri kaybettiğimizi. İçinde bulunduğumuz saçma ticaretimizi. Hiçbir şey senin ölümün kadar, bu gerçeği yüzüme vurmamıştı.
Ölüm, ne kadar gerçek… Sahte olansa, bir anlık geçici isteklerimiz...
“Öldüm, beğendiniz mi”? diye soramıyorsun.
Birileri tarafından beğenilmek, ne acı ve ne anlamsız geliyor artık bana. Artık bu konuda daha bilinçli bakıyorum. İyi ki Deneyimsel Tasarım Öğretisinin eğitimlerine katılmışım. Yoksa nereden bilecektim beğenilmenin aslında sahte olduğunu. Sahte olmasaydı o anki hissettiğimiz mutluluk devam etmez miydi? Oysa sadece beğenildiğimizde kendimizi çok iyi hissediyor, mutlu oluyorduk. Mutlaka kendimize beğenilecek bir konu buluyorduk. Güzelliğimiz, yakışıklılığımız, kıyafetlerimiz, arabamız, evimiz, işimiz, çocuklarımız insanları görebileceği her şey... Kendi kendimizle baş başa kaldığımızda ise bunların hiç biri önemli olmuyordu.
İstekler sahteleştikçe, kazanç da sahteleşiyor.
Beğenilmek nedir?
İnsan neden beğenilmek ister?
Bu istek bana zarar mı verir, fayda mı verir?
İnsan, beğenilme isteğinden nasıl kurtulur?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, İstekleri yönetmeyi, bilinci açık şekilde yaşamayı öğretir. İnsanın isteklerinin sonucunda toplamda mutlu ve başarılı olmasını sağlar.
Beğenilmek uğruna ne büyük hatalar yapıyoruz ne acı.. Elinize sağlık çok farklı bir yazı
YanıtlaSilBeğenilme isteği tüm insanlarda var. Bazılarımız bunu sevdiklerini kaybedene kadar farkına varmıyor.
YanıtlaSilİnsanı çok güzel özetleyen bor yazi olmuş.
Kârsız, hatta büsbütün zarar bir ticaret… iyi şeyleri bile beğenilmek için yapmak… bunu yüzümüze çarpan yazı için teşekkürler …
YanıtlaSilKime beğendirmeliyiz kendimizi? Çok güzel bir yazı emeğinize sağlık.
YanıtlaSil
YanıtlaSilİnsan, sonrasında “keşke yapmasaydım!” diyecekleri için ne çok uğraşır. Bu cümle canımı yaktı😪
Ölüm ne kadar gerçekse!
YanıtlaSilİstekler de bir o kadar sahte!
İnsana farkındalık sağlayan harika bir yazı olmuş, emeklerinize sağlık.
YanıtlaSilBir ömür peşinden koştuğumuz sahne, böyle bir şey miydi? Değmiş miydi yaptığımız hatalara?
Beğendirmeye çalıştığımız sahne ve kişiler sahte miydi?
Çok anlamlı, emeğinize sağlık
Çok temas etti Allah razı olsun emeği geçenden..
YanıtlaSilKaleminize sağlık, oyalandığımız isteklerimizin yerine bizi mutlu edecek istekleri koymak için hepimizin emek vermesi, gitmesi gereken bir eğitim
YanıtlaSilUmarım farkedebiliriz ustalaşmış saçmalamalarızı😔
YanıtlaSilÇok tanıdık ne yazık ki... "Başkaları ne der, ne düşünür "meselesi, asıl "ben bunu niye yapıyorum, amacım nedir" gibi gerçek meselenin önüne geçiyor. Sahte kaygılar bizi hakikatten uzaklaştırıyor. Hele de içinde yaşadığımız sosyal medya dünyasında... Tüm bu günümüz insanını esir eden sahte kaygıları çok güzel anlatmış. Elinize, dilinize sağlık.
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilÖncelikle emeği geçen herkesin eline sağlık. Okurken insan bir zaman tünelinden geçiyor sanki. Kendini buluyor. Her insan benzer şeyleri yaşıyor ve gariptir bu isteğin peşinden koşarken kiminde çok baskın kiminde çok cılız olsa da bu gerçekler bir yerlerden duyuluyor. İnsan unutuyor ve unutuluyor. Hayata gelme amacımızı unutmamak umuduyla. Çok teşekkürler.
YanıtlaSil